Dünya da sanki bir şeyler oluyordu.
Bahar mı gelmişti, tohum mu çatlamıştı, yaşam yeni bir sürgün mü veriyordu? Dala su yürüyordu sanki yeşilleniyordu, çiçeğe duruyordu…
Benim ülkem bütün o karmaşa içinde en güzel günlerini yaşıyordu. Belki daha yoksulduk , ama mutluyduk sanki. Kendimize yetiyor, yanımıza yöremize el veriyorduk.
Gülüyorduk, “Merhaba” derken birbirimize yüreklerimiz sıcacıktı.
Yaşamı yaşamayı güzelliği seviyorduk.
Biz Bandırma’da o yıllar altın çağımızı yaşadık.
1960’lı yıllar, altın yıllar…
Bir şehir gelişiyor.
Bandırma sahil gazinoları, 1930’lu yıllardan sonra, Kurtuluş Savaşı’nın yorgunluğunu üzerinden atmış şehir.
Genç Cumhuriyetin dinamik, öncü yenilikçi etkisi her yere yansımaya başlamış. Kadınlı erkekli sahilde çay bahçelerine gidilir olmuş. Sahil bandı da buna göre gelişiyor, ağaçlar dikilmiş, zamanla ağaçlar büyümüş, gölgeleri denizin serinliği ile birleşince halk bu güzelliği görmeyi istemiş, içinde yaşamaya başlamış.
Denizde sandal sefaları için özel sandalcılar yerlerini almışlar, körfezin masmavi pırıl pırıl denizinin kokusunu içlerine çekmek için sandal sefaları yapılır olmuş. Gemiler gelmiş, gemiler kalkmış önlerinden. Denizde yüzenler yarışanlar, cıvıl cıvıl günler başlamış, gün batımı akşam çayları, sıcak simit, tam yağlı kelle peynirle damak tadının keyifli akşamüstleri başlamış.
Eh-li keyif insanların kentidir Bandırma.
Yaşamayı bilen, sıcak kanlı zarif insanların.
Bandırma’da yaşayanlar, Bandırma’ya aşıktır…